Son günlerde, ABD ve İran arasında nükleer müzakerelerin yeniden canlanacağına dair çeşitli iddialar ortaya atılmaya başlandı. Tarafların, 2015 yılındaki nükleer anlaşmanın yeniden gündeme gelmesi yönünde adımlar atacağı ve bu süreçte yeni bir diyalog başlatacağı öne sürülüyor. Peki, bu müzakerelerin gerçeklik payı nedir? Her iki ülkeden gelen açıklamalar neyi işaret ediyor? İşte bu soruların cevapları ve daha fazlası!
2015 yılında imzalanan JCPOA (Ortak Kapsamlı Eylem Planı), İran'ın nükleer programını sınırlamak için kabul edilen önemli bir anlaşmaydı. Anlaşmaya göre, İran belirli nükleer faaliyetlerini sınırlandıracak ve bunun karşılığında ekonomik yaptırımların kaldırılması bekleniyordu. Ancak 2018 yılında ABD'nin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi ile birlikte süreç kesintiye uğradı. Bu durum, İran'ın nükleer programını yeniden hızlandırmasına neden oldu ve bölgedeki gerilimleri artırdı.
O tarihten itibaren iki ülke arasında birçok diplomatik çaba gerçekleşti, ancak somut bir ilerleme kaydedilemedi. 2021 yılında başlayan dolaylı müzakerelerde, tarafların birbirlerinden beklentileri netleşmeye başladı; ancak bu süreç de çeşitli krizler ve açıklamalarla kesintiye uğradı.
Günümüzde ise, Biden yönetiminin, İran ile yeniden müzakerelere açık olduğu sinyalleri gelmeye başladı. Yetkililerin yaptığı açıklamalara göre, taraflar arasındaki iletişim kanalları açık tutuluyor ve yeni bir müzakere sürecinin başlaması için ortam oluşturulmaya çalışılıyor. Bu gelişmelerin arkasında, bölgesel güvenlik kaygıları, petrol fiyatları ve uluslararası ilişkilerin seyrine bağlı dinamikler yatıyor.
Ayrıca, Batı ülkelerinin çevre politikaları çerçevesinde İran’ın nükleer programının kontrol altında tutulması gerektiği vurgulanıyor. Özellikle Avrupalı liderler, ABD ile birlikte İran ile müzakere sürecinin yeniden başlaması için çaba sarf ettiklerini ifade ediyor. Bu bağlamda, çeşitli platformlarda müzakerelerin başlaması hedefleniyor.
Bununla birlikte, İran hükümeti de müzakerelere sıcak bakabileceğini duyurdu. Ancak Tahran yönetimi, ABD’nin yaptırımları kaldırmadan müzakerelere başlamayacağını belirtiyor. Bu şart, müzakerelerin geleceği açısından kritik bir öneme sahip. Yani, her iki tarafa da eşit uzlaşma sağlar mı, yoksa yeni bir çıkmaza mı girilecek, bu belirsizliğini koruyor.
ABD'nin nükleer müzakerelerde nasıl bir strateji izleyeceği, İran'ın nükleer teknolojisine sahip olma isteğini ne ölçüde sınırlandırabileceği tartışmalara yol açıyor. Her ne kadar uluslararası toplum, İran'ın nükleer silaha sahip olmasına karşı çıksa da, bu durumun nasıl bir diplomatik uzlaşmaya dönüşeceği belirsizliğini koruyor.
Sonuç olarak, ABD ve İran arasındaki nükleer müzakerelerin yeniden başlaması, sadece iki ülke arasındaki ilişkilere değil, aynı zamanda bölgenin güvenliğine de önemli bir etki yapacaktır. Her ne kadar müzakere iddiaları gündemi meşgul etse de, sürecin seyrinin ne yönde gelişeceği ve hangi koşullarda ilerleyeceği büyük bir belirsizlik taşımaktadır. Gelecek günlerde yapılacak açıklamalara ve diplomatik adımlara odaklanmak, harekete geçilecek yeni bir dönemin habercisi olabilir. Ancak, bu süreç içinde her iki tarafın da anlaşmazlıkları nasıl aşacağı ve karşılıklı güveni nasıl inşa edeceği en kritik faktör olacaktır.